İstanbul, gün batımının ardından sessizliğe bürünmüştü. Ay, Boğaz’ın üzerinden yükseldiğinde, şehri saran karanlık, yalnızca sokak lambalarının sönük ışıklarıyla aydınlatılıyordu. İnsanlar, geceyi derin uykularda geçirirken, bir başka yaşam biçimi uyanır, gizliden gizliye şehri sarar. Kimse fark etmeden, bir av başlar. Küçük bir mahallede, gece yarısı bir kadının kayboluşu, nehrin kenarındaki eski evlerin arasında fısıldanıyordu. Mahalleli, ilk başta sıradan bir kayboluş olarak görmüş olsa da, çok geçmeden bazıları şüphelenmeye başladı. Evinden çıkan kadın, bir daha geri dönmemişti. Sadece sokak boyunca terk edilmiş bir çanta ve bir iz bırakmıştı. Kadın, hiç görmediği bir şekilde gitmişti. Geriye yalnızca korku kalmıştı. Ertesi gece, başka bir kayboluş… Ve başka bir gece daha, bir adam, aynı şekilde kayboldu. Kimse geceleyin dışarı çıkmaya cesaret edemedi. İstanbul’un bir köşesindeki eski evler, birer mezar haline gelmişti. Geceleri, sokaklarda yalnızca birkaç adım atabilen insanlar vardı. Geceyi bekleyen gölgeler vardı; bir süre sonra korku, mahalleyi sarmaya başladı.
Tanıtım Metni