Bir insan neden kaçar? Hangi güdü hangi umutsuzluk onu bilinçli bir şekilde izini kaybettirmeye, geriye dönülmez bir yola sürükler? Kaçak olmak, bir arayış mıdır yoksa bir kaçışın ta kendisi mi? Bir birey, geçmişin yükünden, kayıplarının acısından, belki de bir hatadan kaçmak zorunda kalır. Bir sabah, bildiği dünyayı geride bırakır. Arkasında sevdikleri, verdiği sözler, eski hayatı kalır. "Geri döneceğim," der ama hiçbir zaman geri dönemez. Çünkü bazen kaçmak, ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş, geriye dönüşü imkansız kılacak bir rotayı çizmektir. Yüzyıllar boyunca insanlar bir şeylerden kaçtı; savaşlardan, zulümden, yoksulluktan, içsel korkularından. Ama hep bir şey eksik kaldı, bir şey tamamlanamadı. Kaçış, bir çözüm değildi, yalnızca bir geçişti. Peki, kaçak olmanın bedeli neydi? Gerçekten kaçmak mümkün müydü, yoksa bir illüzyon mu? Bir kişi, hayatında kaybolan anıların, silinmiş hatıraların içinde kaybolarak kaçarken izlerini bırakır. Ama her kaçış, bir gerçeği de beraberinde taşır: Peşinden gelen geçmiş, kaçtığın her adımda seni bulur. Nereye gidersen git, bir gün "Kaçak" olarak anılacağın bir noktaya gelir misin? Yolu nereye çıkar? Ne ararsın, ne bulursun? Bu, bir kayboluşun, bir yeniden doğuşun hikâyesidir. Ama bir kaçak nereye giderse gitsin, kaçtığı şey her zaman daha da büyür. Geriye bakmak yasaktır. Çünkü bir kez kaçtıktan sonra geri dönmek için hiçbir şey kalmaz.
Tanıtım Metni