Yürüdüğüm yolda insan yoktu, belli belirsiz karartılar vardı. Siyah ve gri gölgeler sağımdan solumdan geçip gidiyordu. Elimi birine değdirecek olsam, öbür taraftan çıkıyordu; hissiyatsız ve tepkisiz gölgeler. Biraz ışık vurunca, az çok bir vücut beliriyordu karşımda; gözleri mosmor, aval aval birbirine bakıp, sonra devam ediyordu. Canlı cenâzeler, mürde canlar, aklı alınmış mankurtlar, ruhsuz zombiler, ahraz ve âmâ mahlûklar. Bakışları sâbit. Kendi gibi olanlar dışında başka seslere âşinâ değil, dönüp de bakmıyorlar. Kendi isimleri yok, fert fert bir kıymet ifâde etmiyorlar. Efsunlu bir zümre ve büyülü bir kitle. Başlarında eli sopalı, ağzı düdüklü zebellâh gibi çirkin adamlar vardı. Uçuruma yönelmiş gölgelere âvâzım çıktığı kadar bağırıyorum, heyhat karşılık veren hiçbir canlı yok. Tek tek kayboluyor gölgeler dipsiz bir yar’ın tam sınırında. Zâr zâr ağlıyor, mânâ veremiyorum bu hâdiseye. Düşen her gölge, dipsiz karanlıkta yitip gidiyor. Bu bir rüyâ mı düş mü yoksa hakîkat mi? Hiçbir anlam veremiyorum. Aklım bir an dumûra uğrayıp zayıflıyor. Nefesim kesiliyor. Gözlerim kararıyor. Bakışlarım, beni sâkinleştirecek bir ehli gönül arıyor ama bütün çâreler çâresiz. Ellerim yana düşüyor. Bu ibretlik hâdiseleri îzah edecek tek bir kelime dahi bulamıyorum. Dilime sus kildi takıyorum lâkin içimin sesini bastıramıyorum.
Tanıtım Metni